Monday, September 9, 2019

Sansursuz Anlatim

Sevgili Ezgi Yildiz bana bloguma daha sik yazmayi hatirlatmasaydi gidip eski bloglarimi, (artik hepsini profilime tiklayarak gorebilirsiniz) okumayacaktim. Ne kadar rahat, ne kadar sansursuz yaziyormusum. Simdi bu sekilde yazabilir miyim bilmiyorum. Tek bildigim ne kadar cok yazarsam bana o kadar faydasi dokunuyor. Kendime daha cok yaklasiyorum. Gozardi ettigim butun rahatsizliklarimin farkina variyorum tekrar tekrar. Cozumler ariyorum. Kimse okumuyor nasilsa, bu yuzden boyle yazmayi tekrar deneyecegim.

Ruanda'da bir köyde yasadigimi, bir multeci kampinda calistigimi yazmistim. Buralar biraz sikici acikcasi. Yani elbette Ruanda'dan, isimden de bahsederim. Ama simdi eglenceli seylere gecelim. Mesela ask mesk islerine.

Eski bloglarim 2005-2017 arasinda Istanbul'da, Belcika'da, Strazburg'da, Rouen'da, Ankara'da ve hatta (cok kisa sureligine de olsa ehehe) New York eyaletinde yazilmis. Simdi Ruanda'dayim. Ancak hicbir sey gonul islerinden bahsetmek kadar zevkli degil. Belki de 16 yasinda yazdigim seyleri okuyunca icimden boyle yapmak geldi, bilmiyorum.

Normalde sansurledigim iki konu var: birincisi is yasami ve is arkadaslarimin dedikodusu, ikincisi ise ask ve seks. Bugun bunlardan bahsetmek istiyorum cunku baska turlu en cok sorun yasadigim bu iki alani bir duzene sokamiyorum.

Cenevre'de bir workshopa davet edildim. Tam istifayi ciddi olarak dusundugum zamana denk geldi, artik hicbir BM pozisyonu aklimi celmiyor. Insanlar Sudan'a, Cad'a gidiyorlar, bense Ruanda'da, Afrikanın en guvenli koylerinden birinde bile kurudugumu hissediyorum bazen. Kurak havalar icimi kurutuyor gibi. İnsanlar çok kibar mesela, ve biraz Kinyarwanda da konuşuyorum. Ama artık bu dili duyunca içime fenalık geliyor. En kibar hallere, normalde tahammül edeceğim davranışlara bile içten içe kıl oluyorum. Bu yuzden farkli arayislara girdim. Human Rights Watch'a basvurmak, doktora icin bir seyler okumak, Coursera'dan insancil hukuk dersi almak gibi. Hepsini birden yapmaya calisiyorum, bazen de hicbirini yapamiyorum. En cok da fiziksel yorgunluk. B12 eksikligi, sismanlik, dermansizlik...

Neyse. Cenevre'ye gitmek icin vize almam gerekiyordu, bunun icin iki gunlugune Nairobi'ye gittim. Orada bir arkadasimin arkadasinin evinde kaldim. UNICEF'ten istifa edip safari sirketi kurmus ve zengin olmus. Columbia hukuk mezunu inanilmaz zeki bir cocuktu. Kanepesinden kalkmiyordu butun gun ve kucaginda laptopuyla calisiyordu. Sorunu neydi anlamadim, belki de benim gibi o da istemeden iskolik olmustur. Kanepesi de cok guzeldi. Hayatimda boyle rahat bir kanepe daha gormedim. "Cok pahalıydı ama değdi" dedi. Kanepenin iki yanina uzanarak, ortak arkadasimiz Anna hakkinda konustuk. Sonra da Westlands'de bir bara gittik. Burada free style bir rap gecesi vardi. Bir kiz cikip korkunc sikici sarkilar soyledi, sadece son sarkisi "unnannounced" diye bir sarki, inanilmaz guzel bir ritmi vardi ve lezbiyen bir geceyi anlatiyordu. Kenya'da suc aslinda escinsel iliski. Sarki superdi.

Nairobi bana cok heyecan vermedi, Kampala gibi degildi. Her sey kocaman, buyuk, cirkin, ama biraz da yavan geldi. Guvenligin biraz daha az olusu (eskiye kiyasla daha iyi de olsa) insanin yapacaklarini azimsanmayacak derecede kisitliyor.

Evinde kaldigim Marcel, ortak arkadaşımız Anna'ya aşıkmış. Bana güçlü kadınlardan hoşlandığını söyledi. Marcel'e karşı en ufak bir hissim olmamasına karşın, güçlü bir kadın olmadığıma biraz üzüldüm. Anna süper bir kız. Hayatıma giren kaçıncı süper kız arkadaş, artık sayamadım bile. Manita konusunda ne kadar şanssızsam, arkadaşlar, daha çok kadın arkadaşlar konusunda da hayat yüzüme o kadar gülüyor. Anna ile bu haftasonu buluştuk. Kaza geçirmiş bir kız çocuğu için düzenlenen konsere gittik. Anna çıkarıp 100 dolar verdi, adının ilan edilmesini istemedi. Ruandalılar her zamanki gibi iki cümlesinden biri Tanrı'ya şükretmek olan, Gospeller ile bölünen uzuuuuuun, iç bayıcı, beylik konuşmalarına başladılar. İnanılmaz bir sıkıntı bastı yine beni. Bu kadar darcı olunmaz.

Bu anlattığım Cumartesi oldu. Cuma gecesi ise Kigali'de kaldığım evin verandasında oturuyordum. Rehberime bakıyordum ve bu sene içerisinde hoşlandığım çocukları düşünüyordum. Bir mülteci kampında çalışmanın getirdiği hafif balataları yakmışlık, en çok romantik alanda kendini gösteriyor. Kendimi bazen denize olta atan ve avını bekleyen bir balıkçı gibi hissediyordum.

Önce kampa gelen enerji mühendisi Alman K'ya uzun bir mesaj attım. "K!! How are you my dear? How is life?" O cevap verene kadar Güney Afrikalı ev arkadaşıma yazdım. Bir TV kanalının Doğu Afrika kanadının bölge müdürüydü, çok çalışıyordu, hiç evde olmuyordu. Evde olduğunda spora gidiyordu ve vücudu çok iyiydi: "D! Where are you? When are you coming?" Sonra da senenin başında kısa bir süre beraber olduğum, sonrasında işyerinde ilişkimizi sakladığı için aramızda anlaşmazlık çıkan ve "ben bir ilişkide olmak istemiyorum" diyerek beni terk eden ve hafifçe üzen Ganalı iş arkadaşıma yazdım: "Wow your profile picture is so cute (gözlerinden kalp çıkan emoji)".

Ganalı hemen cevap verdi, "Kigali'de misin? Buluşalım mı?"

İşte Cumartesi Anna ile otururken, yaklaşan bu buluşmanın heyecanı içindeydim. "Sence bir şey çıkar mı bundan?" dedim Anna'ya. O sabah manikür ve pediküre gitmiştim. Anna gülerek "traş da oldun mu?" dedi. (Tabi ki evet.) Buluşma vakti geldiğinde E., orta yaşlı Ruandali bir iş arkadaşımızla oturuyordu. Adam zil zurna sarhoştu, BM bölge koordinatörüyle olan anılarını anlattı durdu. Bahsettiği hiçkimseyi tanımadığım için artık kibarca cevap vermeyi de bırakmıştım. Sabırsızdım epey. Neyse ki sonunda başbaşa kalabildik.

E. elimi tuttu, eskiden, yani beraber olduğumuz kısacık süre içerisinde yaptığı gibi, parmaklarımdan ses çıkarana kadar sıktı. "Seni özledim" dedi. "Bana kızgın mısın?" "Hayır hiç kızgın değilim" dedim. Sonra bazen yalnız olmaya ihtiyacı olduğunu, ilişki içinde olmak istemediğini, sadece takılmak istediğini söyledi, inşallah bunu kişisel almamıştım.

"Kişisel aldım çünkü pek kendime güvenim yok, dedim, ama geçti. Fark ettim de seni tanımıyorum bile. Ama burada kendimi yalnız hissediyorum. Senin tarafından reddedilmeyi bu yüzden çok ciddiye aldım, olmayacak anlamlar yükledim."

"Anlıyorum, dedi, insan böyle saha ofislerinde iş ve ilişkilere yüzde 50 önem veriyorsa, dikkatinin yüzde 50sini de başka bir şeye, tutkun olduğu bir şeye vermeli."

Ruandalı müzisyenlerle tanıştığımı, yeni şarkılar bestelediğim, hatta şarkılarımın bazılarını geçen hafta Casa Keza'da çaldığımı anlattım. Neden böyle açıklamalar yaptım bilmiyorum. E'den gerçekten hoşlanmıyordum. Sadece çok yakışıklı bir adamdı ve pek fazla konuşmadığı için güzel vücudunun içini istediğim gibi huylarla doldurabiliyordum.

Hala cinsel problemlerim olup olmadığını sordu. Bu da ne oluyor diye sorduysanız senelerdir devam eden cinsel problemlerim var. Doktora gittiğimde, hiçbir problemimin olmadığını, sadece benlik kavramımın, sınırlarımın zayıflamış olduğunu, hassas biri olduğumu, cinsel hayatımı duygularıma uydurmam gerektiğini söyledi. Ancak bu dediği "Canım balığı boğazda yeme, git Antartika'da ye" gibi bir öğüttü, hayatımla uyuşmuyordu, anlamsızdı. Erkeklerden pek hoşlanmadığım, ama onlarsız da hayatta heyecanlanacak (yeni iş başvuruları bulmak ve yeni pozisyonlar yakalamak dışında) bir şey kalmadığı için, cinsel hayat, kapısını tekrar tekrar çaldığım boş bir evdi.

İstersem yeniden birlikte olabileceğimizi, bana problemlerimi çözmede yardım etmeye gönüllü olduğunu söyledi. "Neden böyle bir şey yapasın?" dediğimde, "senden hoşlanıyorum" cevabını verdi. Olabilir, dedim, başka da bir şey demedim.

Yeni bir araba almış, onunla eve beni eve bıraktı. Vedalaşırken saçımdan tutarak, sanki kızkardeşiyle vedalaşıyormuş gibi güldü, "güle güle canım" dedi.

Eve gidince epey bir düşündüm. Heyecandan uyuyamıyordum. Al işte başa döndük dedim kendime. Sonra bu ilişkiden pek etkilenmemek için bir plan yaptım. Ofise gelince işe konsantre oldum, sonra da ofisin küçük spor salonunda çoğu çalışmayan aletlerin arasında arkadaşım Nadine ile youtube'dan bakarak spor yaptık. Sonra Etiyopyalı doktor arkadaşım Kassim ile eve yürüdüm, Hollandalı ve Amerikalı iş arkadaşlarımla kepekli makarna, sebze yaptık, papatya çayı içtik. Hollanda'da doktoraya başvurmak istediğimi, çünkü Hollandalı iş arkadaşım Jasper gibi yemek yapan, bahçeyle uğraşan birini bulmak istediğimi söyledim güldüler. Şimdi onlar gitti, ben de bu satırları yazıyorum.


No comments:

Post a Comment