Monday, May 28, 2018

Yazın geçmişimi özetliyorum & Ruanda'daki ilk izlenimlerim


Eskiden, 20li yaşlarımın başında tuttuğum günlükleri, blogları düşünüyorum. Az laf çok iş demeden, her şeyi uzun uzadıya yazar, durum değerlendirmeleri yapar, bu analizlerin üzerine sayısız planlar yapardım: beş yıllık kalkınma planları, daha sağlıklı olmak için planlar, sosyal fobimden ve özgüvensizliğimden kurtulmak için planlar, kilo vermek için planlar, falancayı tavlamak için, odamı toplu tutmak için, daha bakımlı olmak için, insanlarla daha rahat small talk yapabilmek için, regl dönemlerimi daha hafif atlatabilmek için, sonsuz, bitmeyen, tükenmeyen planlar. Bugün yaptığım işin buna benzer olması da (mülteci kampında yaşayan insanlarla konuşup durum değerlendirmesi yapmak sonra da bu konuda plan yapmak) ne kadar doğru bir meslek seçtiğimi kanıtlar nitelikte değilse nedir? Yine de bu konuda çok gerginim. Çünkü sanırım bu ikisi aynı şey değil.


Yıllar geçtikçe kitap okumayı, blog yazmayı, bunların çoğunu bıraktım. Uzun süre plan da yapmadım çünkü hayata dair bütün umutlarım sönmüştü. Aslında yazmayı bırakmamın sebebi, dürüst olayım ki, bir erkekti. O zamanki erkek arkadaşım X, yazmama engel oluyordu. Tabi ki açık açık onu yazma bunu yazma demiyordu (bazen onu da diyordu) ama ondan gizli yazmamın büyük bir suç olduğunu iddia ediyordu. 3 sene önce Mor Çatı’nın “flört şiddeti nedir” bröşürünü okuyarak çözülebilecek bu sorunum, bu kavramlardan haberdar olmamam sebebiyle uzadıkça uzadı. Ancak Mor Çatı bu konuya ben sevgilimden ayrıldıktan çok daha sonra el attı ve ben her şeyi yaşayarak öğrendim.


Ondan ayrılıp kendimi toparladıktan sonra blogumu yeniden açtım ve dürüstçe her şeyi yazmaya yeniden başladım. Yazmak adeta bir başkaldırı eylemine dönüştü. Kendimi zorlayarak da olsa ifade etmeye çalışıyordum. Çoğu zaman yazılarım bana anlamsız ve yavan gelirdi. Yine de kendimi ancak bu şeklide toparlayabileceğime inanır ve ne kadar çocukça da gelse, yazdığım her şeyi ciddiye almaya çalışırdım. Bazen psikolojik sağaltım da başkaldırı gibi bir şeye dönüşebilir, bence. Ama kısa zaman önce bu süreç de sekteye uğradı. Bu sefer yeni tanıştığım başka bir erkek, kendisini reddettiğim için numaramı Ayrancı’da mukim eskort numarası olarak bütün Ankara’ya dağıttı ve beni tehdit etmeye başladı. Aynı zamanda blogumu, şarkılarımı yüklediğim Youtube kanalını, hepsini bulmuştu, ben de bunları yeniden kapattım. Gerçi avukat olduğum için hem ceza hem de 6284 dilekçesini yazmıştım ve bu sayede onu püskürttüm.

Hala zaman zaman bir şeyler yazarken tereddüte düşüyorum ama bu korkunun üzerine gitmeye çalışıyorum.

……

Ruanda’ya geldiğimden beri hem bir coşku, hem de bir korku içindeyim. Coşkum doğaya, yaptığımız işe, insanlara, renklere yönelik. Bir de sonunda cinsiyete dayalı şiddet ile ilgili çalışmak sanki ilahi adalet gibi. Sadece kendimi değil bütün bir dünyayı iyileştirme iddiasında gibiyim lol. Kendi zihimdeki dipsiz kuyuları andıran korkular ise daha çok yalnızlığa, uzaklığa, büyümeye ve işimdeki yetkinliğime dair korkular. Korkular dalgalar halinde geliyor ve sanki tüm vücudumu yalayıp geçiyor, sonra geri çekiliyor, sonra tekrar geliyor, sonra geliyor, ama ben onları ciddiye almamaya çalışıyorum. Bazen de kardeşimi, annemi, teyzemi arıyorum, arkadaşlarıma mesajlar yazıyorum, sanki geceleri balkondan kayan bir gölgeye tutunmaya çalışır gibi onların uzaktan bana ulaşan sevgilerine tutunmaya çalışıyorum. Sevgi ne demek? Sanıyorum ki bu kadar güçsüz olmasaydım, sevgiye bu kadar önem atfetmezdim. Özlemek de belki güçsüzlüğün bir göstergesidir, gibi geliyor bana. Belki de değil. Belki de robot gibi bir şey olmaya çalışıyorum, ki bu yersiz bir tutum. İçimdeki bu yumuşak, yapış yapış sıvımsı duygulardan en hafif tabirle utanıyorum.

……

İşimle ve mültecilerle ilgili şeyler yazmak da isterdim ama sanırım bunu yapmamız yasak.
…….

İşi çok sevdim. Türkiye’de bana anlamsız gelen çoğu kalıp, çoğu sözcük, çoğu prensip, burada daha anlamlı, daha somut.
…..

En büyük korkum ise yeni ofisimde beni beğenmemeleri.
…..

Ruanda dünyanın en yeşil ülkesi. 1000 tepeli ülke de deniyor. Benim kaldığım Tanzanya sınırında, sonsuz vadiler, Akagera ırmağı, muz ağaçları, mısırlar, yeşilin onlarca tonu, ve kuru mevsim yaklaştıkça her yeri kırmızı toza bulayan toprak var. İnsanları sevecen, kibar, çekingen. İnsanların trajik tarihi unutulmuş gibi, ama sorarsan sana anlatabiliyorlar, mesela ailelerinin katledildiğini, Uganda’ya kaçtıklarını. Bizim kuşağımız ilkokula giderken yaşanan bu olay, günlük yaşamda izlerini pek belli etmiyor. Etnisite büyük bir tabu. Kimse etnik konulardan bahsetmiyor. 1 dolar 8600 Ruanda Frankı. Ülkede fakirlik var. Kadınlar sokaklarda aktif olarak yaşama katılıyor. Çevre çok temiz. Plastik poşet kullanımı yasak. Köyümüzde çoğu evde su yok ve çeşmeden taşınıyor. Ben hala bir iş arkadaşımda kalıyorum ve kiralayacağım müstakil evin yapımının bitmesini bekliyorum.


No comments:

Post a Comment