Eskiden, 20li yaşlarımın başında tuttuğum günlükleri, blogları
düşünüyorum. Az laf çok iş demeden, her şeyi uzun uzadıya yazar, durum
değerlendirmeleri yapar, bu analizlerin üzerine sayısız planlar yapardım: beş
yıllık kalkınma planları, daha sağlıklı olmak için planlar, sosyal fobimden ve
özgüvensizliğimden kurtulmak için planlar, kilo vermek için planlar, falancayı
tavlamak için, odamı toplu tutmak için, daha bakımlı olmak için, insanlarla
daha rahat small talk yapabilmek için, regl dönemlerimi daha hafif atlatabilmek
için, sonsuz, bitmeyen, tükenmeyen planlar. Bugün yaptığım işin buna benzer
olması da (mülteci kampında yaşayan insanlarla konuşup durum değerlendirmesi
yapmak sonra da bu konuda plan yapmak) ne kadar doğru bir meslek seçtiğimi
kanıtlar nitelikte değilse nedir? Yine de bu konuda çok gerginim. Çünkü sanırım
bu ikisi aynı şey değil.
Yıllar geçtikçe kitap okumayı, blog yazmayı, bunların çoğunu
bıraktım. Uzun süre plan da yapmadım çünkü hayata dair bütün umutlarım
sönmüştü. Aslında yazmayı bırakmamın sebebi, dürüst olayım ki, bir erkekti. O
zamanki erkek arkadaşım X, yazmama engel oluyordu. Tabi ki açık açık onu yazma
bunu yazma demiyordu (bazen onu da diyordu) ama ondan gizli yazmamın büyük bir
suç olduğunu iddia ediyordu. 3 sene önce Mor Çatı’nın “flört şiddeti nedir”
bröşürünü okuyarak çözülebilecek bu sorunum, bu kavramlardan haberdar olmamam
sebebiyle uzadıkça uzadı. Ancak Mor Çatı bu konuya ben sevgilimden ayrıldıktan çok
daha sonra el attı ve ben her şeyi yaşayarak öğrendim.
Ondan ayrılıp kendimi toparladıktan sonra blogumu yeniden
açtım ve dürüstçe her şeyi yazmaya yeniden başladım. Yazmak adeta bir
başkaldırı eylemine dönüştü. Kendimi zorlayarak da olsa ifade etmeye
çalışıyordum. Çoğu zaman yazılarım bana anlamsız ve yavan gelirdi. Yine de
kendimi ancak bu şeklide toparlayabileceğime inanır ve ne kadar çocukça da
gelse, yazdığım her şeyi ciddiye almaya çalışırdım. Bazen psikolojik sağaltım
da başkaldırı gibi bir şeye dönüşebilir, bence. Ama kısa zaman önce bu süreç de
sekteye uğradı. Bu sefer yeni tanıştığım başka bir erkek, kendisini reddettiğim
için numaramı Ayrancı’da mukim eskort numarası olarak bütün Ankara’ya dağıttı
ve beni tehdit etmeye başladı. Aynı zamanda blogumu, şarkılarımı yüklediğim
Youtube kanalını, hepsini bulmuştu, ben de bunları yeniden kapattım. Gerçi avukat
olduğum için hem ceza hem de 6284 dilekçesini yazmıştım ve bu sayede onu
püskürttüm.
Hala zaman zaman bir şeyler yazarken tereddüte düşüyorum ama
bu korkunun üzerine gitmeye çalışıyorum.
……
Ruanda’ya geldiğimden beri hem bir coşku, hem de bir korku
içindeyim. Coşkum doğaya, yaptığımız işe, insanlara, renklere yönelik. Bir de sonunda cinsiyete dayalı şiddet ile ilgili çalışmak sanki ilahi adalet gibi. Sadece kendimi değil bütün bir dünyayı iyileştirme iddiasında gibiyim lol. Kendi
zihimdeki dipsiz kuyuları andıran korkular ise daha çok yalnızlığa, uzaklığa,
büyümeye ve işimdeki yetkinliğime dair korkular. Korkular dalgalar halinde
geliyor ve sanki tüm vücudumu yalayıp geçiyor, sonra geri çekiliyor, sonra
tekrar geliyor, sonra geliyor, ama ben onları ciddiye almamaya çalışıyorum.
Bazen de kardeşimi, annemi, teyzemi arıyorum, arkadaşlarıma mesajlar yazıyorum,
sanki geceleri balkondan kayan bir gölgeye tutunmaya çalışır gibi onların
uzaktan bana ulaşan sevgilerine tutunmaya çalışıyorum. Sevgi ne demek?
Sanıyorum ki bu kadar güçsüz olmasaydım, sevgiye bu kadar önem atfetmezdim. Özlemek
de belki güçsüzlüğün bir göstergesidir, gibi geliyor bana. Belki de değil.
Belki de robot gibi bir şey olmaya çalışıyorum, ki bu yersiz bir tutum.
İçimdeki bu yumuşak, yapış yapış sıvımsı duygulardan en hafif tabirle utanıyorum.
……
İşimle ve mültecilerle ilgili şeyler yazmak da isterdim ama
sanırım bunu yapmamız yasak.
…….
İşi çok sevdim. Türkiye’de bana anlamsız gelen çoğu kalıp,
çoğu sözcük, çoğu prensip, burada daha anlamlı, daha somut.
…..
En büyük korkum ise yeni ofisimde beni beğenmemeleri.
…..
Ruanda dünyanın en yeşil ülkesi. 1000 tepeli ülke de
deniyor. Benim kaldığım Tanzanya sınırında, sonsuz vadiler, Akagera ırmağı, muz
ağaçları, mısırlar, yeşilin onlarca tonu, ve kuru mevsim yaklaştıkça her yeri
kırmızı toza bulayan toprak var. İnsanları sevecen, kibar, çekingen. İnsanların
trajik tarihi unutulmuş gibi, ama sorarsan sana anlatabiliyorlar, mesela
ailelerinin katledildiğini, Uganda’ya kaçtıklarını. Bizim kuşağımız ilkokula
giderken yaşanan bu olay, günlük yaşamda izlerini pek belli etmiyor. Etnisite
büyük bir tabu. Kimse etnik konulardan bahsetmiyor. 1 dolar 8600 Ruanda Frankı.
Ülkede fakirlik var. Kadınlar sokaklarda aktif olarak yaşama katılıyor. Çevre
çok temiz. Plastik poşet kullanımı yasak. Köyümüzde çoğu evde su yok ve
çeşmeden taşınıyor. Ben hala bir iş arkadaşımda kalıyorum ve kiralayacağım
müstakil evin yapımının bitmesini bekliyorum.
No comments:
Post a Comment